Ana içeriğe atla

Nisêbîna Rengîn: Bir Şehrin Kaderi ve Kederi


Nusaybin Çocukları


Bir şehrin kederini ve kaderini anlatmak için yazılmıştır...


       Subaruluların M.Ö. 4000 yıllarında bereketli topraklar ve zengin su yataklarını keşfetmesiyle birlikte, tarihte yukarı Mezopotamya’nın en büyük şehri olarak adlandırılan Nusaybin’de yerleşik hayat başlamıştır. İslam dininin etkisine girene kadar sırasıyla Sümer, Akad, Babil, Mitani, Asur; ilk Emevi işgalinden sonra Abbasi, Mervani, Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok krallık ve imparatorluk arasında el değiştiren Nusaybin, şimdi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer almaktadır. Nusaybin, coğrafi konumu ile sosyal ve siyasi yapısı nedeniyle tarih boyunca ve günümüzde çeşitli siyasi olayların sık sık yaşandığı bir şehir olmuştur. 1980 ve 90’lı yıllarda çalkantılı siyasi konjonktürde yükselen şiddet olayları, Nusaybin halkı tarafından derinden hissedilmiştir. O dönemleri bizzat görmüş geçirmiş diğer şehirlerin yaşlıları gibi Nusaybin yaşlıları da, bu acı tecrübeleri gençlerine aktarmışlardır. Ne yazık ki diğer şehirlerin aksine Nusaybin, acı ve gözyaşıyla harmanlanmış o kanlı dönemleri, sadece yaşlılarından dinlememekte; bugün bizzat yaşamaktadır.



1970'lerde Nusaybin Çarşısı

Çok değil, yüz yıl önce Nusaybin ile Kamışlı, ortada sınırın olmadığı tek bir şehirdi. Binlerce yıldır tek bir şehir olan bölgeye sınır hattının çizilmesiyle, Nusaybin ile Kamışlı iki ayrı devletin toprağı olmuştur. Bugün gelinen noktada her iki şehirde savaşın yıkıcı etkisi, bölge halkını derinden etkilemektedir. Türkiye’nin güneyi ile Suriye’nin kuzeyinde bulunan bölgede başlayan savaş sebebiyle iki kardeş şehir, bugün hala kan, gözyaşı ve yıkımların yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Suriye’deki iç savaştan etkilenen ve hep tehdit altında bulunan Kamışlı, zengin kültürü ve petrol yataklarına rağmen bir gelişme kaydedemeyip, savaşların gölgesinde kalmıştır. Nusaybin ise sınıra yakın olmasından ve politik zemininden dolayı hiç huzura kavuşamamıştır. Nusaybin, tarihte daha önce çok defa olduğu gibi bugün de büyük bir tehlike altındadır. Bu defa tehlike, kardeş şehir Kamışlı’ya yapılan harekat ve bölgede yaşanan savaş halinden kaynaklanmaktadır.


1930'larda çekilmiş kuş bakışı Kamışlı ve Nusaybin fotoğrafı
   Arada herhangi bir sınır yok

   2 gün boyunca 300’den fazla havan topu ve roket, Nusaybin’in çeşitli yerlerine hedef gözetmeksizin Kamışlı’dan ateş edilmiştir. Bunun sonucunda Nusaybin halkından 11 kişi ölmüş ve yaklaşık olarak 50 kişi de yaralanmıştır. Bir eve isabet eden havan topu sonucu çocuk yaşta ve kardeş olan 12 yaşındaki Emine Yıldız ile 15 yaşındaki Leyla Yıldız ve anneleri Fatma Yıldız hayatını kaybetti. Nusaybin halkı, bu satırlar yazılırken bile evlere, sokaklara ve insanlara yağan ölüm yağmurundan kaçmak için başka yerlere çaresizce göç etmek ve nerede bir çatı bulurlarsa oraya sığınmak zorunda bırakılmıştır. Kendi ülkelerinde ikinci kez mülteci konumuna düşürülmüşlerdir. Nusaybin halkı, 4 yıl önce bu acı tecrübeleri yine yaşamıştı. 2015 ve 2016 yıllarında adeta savaş meydanı haline getirilen Nusaybin, bir daha eskisi gibi olamadı.  Ardı ardına gelen ve bir yıl boyunca devam eden sokağa çıkma yasakları, ölüm, kan, gözyaşı ile evlerde beklettirilmek zorunda kalan cesetler ve zorunlu göç, tabiri caizse Nusaybin ve bölge halkının yakasını bırakmamıştır. Böyle acı bir süreç geçiren Nusaybin halkı, yeni yeni yaralarını sarmaya başlamışken; üzerlerine yağan havan topları ile ikinci kez yıkılmıştır.

4 yıl önce mahalleler yıkıldı. Devlet, ekonomik krizler yüzünden sık sık kesintiye uğrayan TOKİ konutları yaparak yeni mahalleler inşa etti. Evi yıkılan Nusaybin halkı için yeni inşa edilen konutlar, bugün havan topları yüzünden yıkılmakta. 4 yıl önce esnaf işinden, ekmeğinden oldu, türlü türlü destekler ve dosttan eşten alınan borçlarla esnaf dükkanını yeniden açtı. Dün o esnaf düşen bir havan mermisi sonucu ölen ve yaralanan insanlara yardım etmek için gittiği kaos sokağında başka bir havan mermisi yüzünden öldü. Kısacası 4 yıl önce terkedilen sokaklarda bugün o sokakların insanları ölüyor.


Sokağa çıkma yasağından önce bir lise
Sokağa çıkma yasağından sonra aynı lise
    











        Gerçekleşen sivil ölüm ve yaralanmaları, Suriye’ye yapılan harekatın bir yan etkisidir. Suriye Harekatı, atılması gereken bir adım mıydı? Yapılmaması gereken bir harekat mıydı? Bunlar, tamamen ayrı ve başka bir açıdan tartışılması gereken sorulardır. Asıl sorulması gereken sorular ise şudur: Devletin en üst kurumundan başlayarak Cumhurbaşkanının veya hiçbir bakanın, valinin, kaymakamın ya da yetkililerin aklına gelmedi mi bu tehlikeler? Politik ve coğrafi bir şehirde olan bölge halkının savaşın yıkıcı etkileriyle karşılaşacağı ve sivil ölümlerinin gerçekleşebileceği bu harekatı koordine edenlerin aklına hiç mi gelmedi? Ya da geldi de bu ülkenin vatandaşları olan sivil insanların ölme ihtimali, umurlarında olmadı mı? Kendi vatandaşını koruma yükümlülüğü ve görevi altında olan devlet, bu görevini ihmal mi etti? Daha kendi vatandaşlarını bile önlem alıp koruyamayan bir devlet, halkına güvenli bir ortam sağlama görevini ifa etmekten kaçınmıştır. Bu harekatı koordine edenlerin ihmâlkârlığı yüzünden ölen sivil insanların kanı, hayatları boyunca ellerinde olacaktır. Bunu yanı sıra Nusaybin’i ilk elden yöneten kadronun da kabul edilemez hataları olmuştur. Kayyumla gelen ve birkaç aylığına koltuğa oturmak için gelip geçen insanların, önceden alamadığı tedbirler yüzünden önlenebilecek zarar önlememiştir. Nusaybin’i yönetmeyi ve korumayı kariyer basamağından başka bir şey olarak göremeyen yöneticilerin beceriksizliği tüm halkı açıkta bırakmış ve telef etmiştir. Plansız ve hesapsız evini terk eden halka başkaları tarafından atanan başkaları ne yardım etti, ne de destek olabildi. Bu da memleketini terk eden insanların kalbinde başka bir delik oldu.

Savaşlar, bombalar ve kanlı sokaklar sadece bir şehrin insanlarını öldürmüyor; bir neslin yapısını, akıl sağlığını ve geleceğini de talan ediyor. Bir şehirde ölümlerin olmaması için illa insanlarının mı olmaması gerekir? Çocukların ölüm olgusunu öğretmenlerinden ya da kitaplardan değil de birinci elden görüp yaşayıp anlaması ne kadar sağlıklıdır? Evini, arkadaşlarını ve memleketini ikinci defa şehrine yağan bombalardan kaçmak ve hayatta kalmak için terk eden bir çocukluk, nasıl büyüyebilir? Küçükken oyunlar oynadığı, sek sek için yerlerini tebeşirle çizdiği sokağın kafası patlamış insanlarla, kanlar içinde kalmış cesetlerle kaplandığını gören bir kızın geleceği aydınlık mıdır? Annesinin ve kız kardeşlerinin havadan gelen bir havan topu ile öldüğünü gören ve daha ölümün ne anlama geldiğini bile bilmeyen bir çocuğun, yaşama tutunması için bir nedeni kalmış mıdır?  Sadece haberlerde görülen ve okunan bu acı durumların arkasında nasıl bir ruh hali, nasıl bir etki vardır diye düşünüyor muyuz? Yoksa bunları düşünmekten kaçıyor muyuz?




Bir şehrin kederini anlatmaya çalışan bu yazıyı, o şehrin kederini en iyi anlatan bir şarkının sözleriyle bitirmek isterim.


Nisebîna rengîn
Bû hewar û qerîn
Min got: “bira j’bo çi?”
Ev nalîn û girîn
Got anîn şehîdê serfiraz û xemgîn
Di dil de maye ev kul û ev birîn
Di dil de maye ev kul û ev birîn
Nisebîna rengîn
Bû hewar û qerîn
Min got bira j’bo çî
Ev nalîn û girîn
Hat êvar darê
Hat cejna buharê
Ji bo azadiyê
Me kir kar û barê
Ji bo azadiyê
Me kir kar û barê
Bezîm ez bi lez
Wek dîn û serxweş
Min go hey dinyayê
Bextê me çi reş e



Renklidir Nusaybin
Çığlık ve feryad oldu
Dedim ki: Neden kardeşim
Bu inleyiş ve çığlık
Dedi: getirdiler onurlu ve kederli şehitleri
Yüreğimizde kaldı bu yara ve dert
Yüreğimizde kaldı bu yara ve dert
Renklidir Nusaybin
Çığlık ve feryad oldu
Dedim ki: Neden kardeşim
Bu inleyiş ve çığlık
Geldi yine akşam vakti
Geldi baharın bayramı
Özgürlük için
İşimizi gücümüzü yerine getirdik
Özgürlük için İşimizi gücümüzü yerine getirdik
Hızlıca koştum
Deli ve sarhoş gibi
Dedim ki: Ey dünya! Neden karadır bahtımız



Yorumlar

  1. Neden karadır bahtımuz?

    YanıtlaSil
  2. Seninle gurur duyuyoruz ömercim çok güzel anlatmışsın amcan sadettin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Şiir İncelemesi: Attila İlhan'ın "İstanbul Ağrısı"

kanatları parça parça bu ağustos geceleri yıldızlar kayarken şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen sen eğer yine İstanbulsan yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim pançak pançak şiirler tüküreceğim demek yine ben limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor eğer sen yine İstanbulsan kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp intihar dumanları içindeki Haydarpaşadan Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlıyan sen eğer yine İstanbulsan aldanmıyorsam yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim utanmasam gözlerimi damla damla kadehime damlatarak kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı zehirleyebilirim sonbahar karanlıkları tuttu tutacak Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor imtihan çığlıkları yükseliyor ü

Ekmek ve Çiçek; İnsanlık Nasıl Kurtarılır?

            İran sinemasının diğer ülkelerin kültür barındıran her sineması gibi kendine has güzellikleri ve özellikleri vardır. İran sinemasında öne çıkan ve izleyicilerin beğenisini kazanan bu yapılar öncelikle imkan kısıtlığından kaynaklanmaktadır. Zira çeşitli nedenlerden dolayı Holywood’taki yönetmenler gibi milyon dolarlık bütçeleri olmayan İranlı yönetmenler işin prodüksiyon ve fiziki kalite kısmında eksiklikler yaşamaktadırlar. Doğunun Bergman’ı Kubrick’i ve Tarkovsky’si sayılacak pek çok yetenekli ve usta İranlı yönetmen aynen biz öğrenciler gibi herhangi bir ekip, set, ışıklandırma ve prodüksiyon olmadan filmlerini çekmekte, bazen direkt sadece kendileri kamera başında çekimi yapmaktadır. Oyuncuları ise diğer ülkelerdeki yönetmenler gibi başrollere milyonlar yatırıp seçememektedir. Bunun yerine çevreden ve tanıdıklardan amatör oyuncular seçip bu kişilerin oyunculuğun çıkartmakla yükümlüdürler. “Ekmek ve Çiçek” filminin konusu da bir film çekiminin hikayesi olduğu için İran