Ana içeriğe atla

Ekmek ve Çiçek; İnsanlık Nasıl Kurtarılır?


            İran sinemasının diğer ülkelerin kültür barındıran her sineması gibi kendine has güzellikleri ve özellikleri vardır. İran sinemasında öne çıkan ve izleyicilerin beğenisini kazanan bu yapılar öncelikle imkan kısıtlığından kaynaklanmaktadır. Zira çeşitli nedenlerden dolayı Holywood’taki yönetmenler gibi milyon dolarlık bütçeleri olmayan İranlı yönetmenler işin prodüksiyon ve fiziki kalite kısmında eksiklikler yaşamaktadırlar. Doğunun Bergman’ı Kubrick’i ve Tarkovsky’si sayılacak pek çok yetenekli ve usta İranlı yönetmen aynen biz öğrenciler gibi herhangi bir ekip, set, ışıklandırma ve prodüksiyon olmadan filmlerini çekmekte, bazen direkt sadece kendileri kamera başında çekimi yapmaktadır. Oyuncuları ise diğer ülkelerdeki yönetmenler gibi başrollere milyonlar yatırıp seçememektedir. Bunun yerine çevreden ve tanıdıklardan amatör oyuncular seçip bu kişilerin oyunculuğun çıkartmakla yükümlüdürler. “Ekmek ve Çiçek” filminin konusu da bir film çekiminin hikayesi olduğu için İran sinemasının bu tür problemleri filmde de görülebilir. İranlı yönetmenler tüm bu eksiklikleri kapatmak için para gerektirmeyen tek şeye yönelirler; hikayeye yani senaryoya. İşte İran sinemasının güzelliği burada başlamaktadır. İmkanların kısıtlı olması nedeniyle ortaya çıkan eksiklik senaryoya doluşturulan replikler, imgeler ve anlamlarla kapatılmaktadır. Bu sayede parasızlığın getirdiği samimiyet ve izleyiciyi akıcı bir roman gibi derinden vuran, tüm hikaye boyunca izleyiciyi filmin eksik parçalarını düşünmeye iten bir senaryo ortaya çıkmaktadır. İşte İran sineması bu yapıtaşları üzerinde durmaktadır.


Bu ögelerin birleştiği filmlere en güzel örneklerden birisi Mahsen Makhmalbaf’ın 1996 yılında çıkardığı Ekmek ve Çiçek, özgün ismiyle Nun va Goldoon, diğer ismiyle (Masumiyet Anı) A Moment of Innocence’dir. Film, genç yaşta Şah’ın polisini bıçaklayan ve bu yüzden hapis yatan yönetmen Mahsen Makhmalbaf’dan kendisine bir rol vermesini isteyen o polisin ziyaretiyle başlar. 20 yıl önce bıçaklanan polis bilinmeyen bir sebeple yönetmenin evine gelir ve oyuncu olma talebini iletir. Bundan etkilenen ve kendisini affettirmek isteyen yönetmen böylece yeni bir film çekmeye başlar. Ekmek ve Çiçek filmi içindeki film, siyasi dönemleri anlatan ve 20 yıl önceki bıçaklanma olayını içeren bir senaryoya sahiptir. Olaylar dizisi de geçmişle ve yanlış kararlarla yüzleşmenin arifesinde başlar.
Film çekimi için oyuncu seçmeleri başlayınca yönetmen Mahson kendi gençliğini oynaması için bir sürü gence sorular sormaktadır. “Büyüyünce ne yapmak istiyorsun?” diye soran yönetmene gençlerden biri “İnsanlığı kurtarmak istiyorum.” şeklinde cevap verince filmin başrolü belli olur. Tek bir soruyla başrolü seçmesinin nedeni kendi gençliğinin idealizmini bu gençte de görmektedir. Mohsen gençken Şah yönetimine karşı çıkmış ve bu yolda bir plan hazırlamıştır. Aşık olduğu ve kitaplarını paylaştığı kuzeniyle bir Şah polisine saldırıp onun silahını alacaklardır. Planda kız sürekli polise adres ve saat sorup dikkatini dağıtırken Mohsen uygun bir zamanda polise saldırarak silahını alacaktır. Lakin işler planlandığı gibi gitmez, Mohsen silahı almaya çalışırken polisi bıçaklar. O da kuzeni de hapise düşer. Açıkça görülür ki Mohsen insanlığı kurtarma idealinde başarısız olmuştur ve aşık olduğu kız da başka birisiyle evlenmiştir. Yaşlı Mohsen geçmişiyle kendisinin genç halini oynayacak oyuncu sayesinde yüzleşir ve ardı ardına sorular sorar gence.
+Sevdiğin biri var mı?
-Evet.
+Seni seviyor mu?
-Evet.
+Söyledi mi peki?
-Hayır.
+Nereden biliyorsun?
-Her seferinde kitaplarımı geri verirken içine çiçek koyuyor.
+Hepsini okuyor mu?
-Elbette okuyor.
+Öyle mi? Sordun mu ona?
-Önemli yerlerin altını çizdiğini görebiliyorum.
+O da insanlığı kurtarmak istiyor mu?
-Evet.
+Nereden biliyorsun?
-Altını çizdiği cümlelerden...
           
            Bu gencin de Mohsen’in gençliğinden bir farkı yoktur. O da insanlığı kurtarmak için Şahın devrilmesinden sonra gelen İslam Rejimi’ne karşı gizlice eylemler düzenlemektedir.

         Öbür taraftan bıçaklanan polis ve o polisini gençliğini oynayan genç birbirleriyle kaynaşmaktadır. Polis, kendisinin genç haline kendi hayatını anlatmaya başlar. Şah zamanında polisken ona her gün adres ve saat soran bir kız vardır. Böyle devam eden süreçte kızın kendisine aşık olduğunu düşünür ve o da kıza aşık olur. Hatta bir gün kıza vermek için bir çiçek bile alır, her gün ona vermek ister ama kalbinin teklemesinden korkmasından dolayı bir türlü veremez. Tam vermeye yeltendiği anda bıçaklanır. Bıçak yarasını atlatınca polislikten istifa eder ama aklında hep o kız vardır. O kızı 20 sene boyunca hiç unutmaz. O kız için ise hiç evlenmez. Hiç belli etmese de aslında yönetmeni hiç sevmez çünkü o kendisini bıçaklayarak onu hayatının aşkından mahrum etmiştir. Bu kini sürekli yönetmenin kararlarına karşı çıkmasıyla, inatçı tavrıyla ve bazen aniden çekip gitmesiyle belli olur. Sonra polis neden oyuncu olmak istediğini açıklar. Memleketine dönünce aşık olduğu kıza çok benzeyen birisini görür. Onunla heyecanla konuşmaya başlayıp sohbet ederken kızın sorduğu sorulardan kızın kendisinin oyuncu olmasını istediğini düşünür. Duyduğu aşk o kadar büyüktür ki sevdiği kıza benzeyen bir kızın isteği üstüne oyuncu olmak ister ve bu sayede yönetmenden bunu rica eder.
            “Hayalperest misin yoksa oyuncu mu?”

            En sonunda film çekilmeye başlanır. Yazının başında bahsedilen zorluklar bu süreçte görülebilir. Film için hazırlanan sette üç oyuncu, yönetmen ve kamera vardır. Film bu imkanlar altında bıçak sahnesinden başlayarak çekilmeye başlanır. Genç Mohsen’i oynayan ve insanlığı kurtarmak isteyen genç eline bıçağı, bıçağın üstüne de ekmeği alınca kendinden emin olamaz. Genç polisi bıçaklaması gerektiği sahneye gelince kendini tutamaz ve ağlamaya başlar. Gerçeklerle yüzleşmiştir o, oyun gereği bile birisine zarar veremeyeceği aklına gelmiştir. Durum böyle olunca gerçek hayatta rejime karşı yapacağı eylemleri nasıl gerçekleştirecektir peki? Ona ağır gelen bu gerçeklik ağlamasına sebep olur. Yönetmen onu yapması için zorlayınca gözyaşlarını siler ve devam eder.

-Ben onu bıçaklamak istemiyorum. İnsanlığı kurtarmak için başka bir yol yok mu?
-Evet var, ekmek ve çiçekle. Adalet ve sevgiyle. Merhamet ve aşkla.

            Bu sırada polis sette polisi bıçaklamaya gelen kızın Genç Mohsen’in yanında geldiğini görür. Şaşkınlıka kıza “Hanımefendi Genç Makhmalbaf” la beraber misiniz?” diye sorar ve evet cevabı alınca özür dileyerek seti terk eder. 20 yıl boyunca sevgi beslediği aşkı hakkında gerçeği öğrenmiştir. Aşkının ona sürekli soru sormasının sebebi onun dikkatini dağıtmak içindir. Hayatının hayal kırıklığı içinde seti terk edince onun genç halini oynayan oyuncu peşinden koşar. 40 yaşındaki eski polis genç haline o kızı gördüğü anda vurmasını ister. Bunu rica etmesinin sebebi bunu yıllar önce kendisinin yapmak istemesidir. Böylece bıçaklanmaz ve 20 yıl boyunca bir hiç için debelenmezdi. Geçmişiyle aynı yönetmen gibi kendisinin genç hali sayesinde yüzleşir ve gençliğine kızı gördüğü anda vurmasını sıkı sıkı tembih eder.

—Hanımefendi “Genç Makhmalbaf” la beraber misiniz?
—Evet
—Özür dilerim, benden bu kadar.


            Film çekimleri sonraki günlerde gergin bir şekilde devam eder. Ne yapacağını bilemeyen ve elinde silah olan bir polis, tek yapması gereken soru sormak olan bir genç kız ve ekmeğin altında bıçakla bekleyen bir idealist vardır. Bu iç kişi filmin en vurucu noktası olan final görüntüsünü oluşturur. Kız polise soruyu sorar, polis elinde silahla kızı vurmak için beklerken kıza bakınca onun güzelliğinden etkilenir ve bir şey yapamaz. Silahı bırakır ve arkasında bulunan çiçeği uzatır. Kızın arkasından da ekmek uzatan bir el görünür ve film bu görüntüyle biter. Geçmiş ile gençliğin karşılaştırması vardır bu görüntüde. 20 yıl öncenin aksine çocuklar bıçak ve silahı değil ekmek ve çiçeği kullanmışlardır. Nefret ve acımasızlık yerine merhamet ve sevgiyi kullanan gençler tüm film boyunca sorulan ve yönetmenin cevabını bulmakta zorluk yaşadığı soruya cevap vermişlerdir; İnsanlık nasıl kurtarılır?
-İnsanlığı kurtarmak isteyen iki kişi evlenebilir mi?
-Elbette
-Çocukları olduğu zaman da insanlığı kurtarabilecekler mi?
-Tabii ki kurtarabilirler! Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
-Çocukların ilgiye ihtiyacı olur. Başka şeyler için zaman kalmaz.
- Elbette kalır, mesela kendi çocuklarımı severek diğer insanları da sevebilmek için pratik yaparım. Bu da insanlıkla ilgilenebilmeme yardımcı olur. Pratiğe dökmek gerekir.



Sürekli baskı altında yaşayan ve bıçak ile silah arasında kalmış kız imgesinin karşısına aniden ekmek ve çiçek çıkması İran toplumuna da gönderilmek istenen bir mesajdır. Ardı ardına yaşanan savaşlardan, devrimlerden ve ölümlerden bıkan, babalarını, oğullarını ve eşlerini kaybeden kadınların artık ekmek ve çiçeği hak ettiğini vurgulamaktadır. Buradan daha önce filmde de bahsedilen annelik içgüdüsünün bu sorunun cevabı olabileceği söylenmektedir. Geçmişin ve gençliğin bu farklı seçimleri kendi sonuçları doğrultusunda bu karışık sorunun cevabını verebilmiştir. Bu sayede film sıradan ve eksik bir film olmaktan çıkıp evrensel bir mesajı taşıyan bir sanat parçası olmuştur. Böylece gerçek hayattaki Mohsen Makhmalbaf da Ekmek ve Çiçek filmi sayesinde kendi geçmişiyle yüzleşerek insanlığı kurtarmanın doğru yolunu bulduğunu düşünür ve bu uğurda da bunu tüm dünyaya gösterir.



Çiçekleri düşünen yok!
Balıkları düşünen yok!
İnanmak isteyen yok:
Bahçe ölüyor!
Yüreği kabarmış bahçenin güneş altında.
  Boşalıyor bahçenin zihni usul usul
yeşil anılardan!                           
Sanki bahçenin duygusu
soyut bir şey
bahçenin yalnızlığında solan.

İranlı şair ve yönetmen Füruğ Ferruhzad

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Şiir İncelemesi: Attila İlhan'ın "İstanbul Ağrısı"

kanatları parça parça bu ağustos geceleri yıldızlar kayarken şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen sen eğer yine İstanbulsan yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim pançak pançak şiirler tüküreceğim demek yine ben limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor eğer sen yine İstanbulsan kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp intihar dumanları içindeki Haydarpaşadan Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlıyan sen eğer yine İstanbulsan aldanmıyorsam yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim utanmasam gözlerimi damla damla kadehime damlatarak kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı zehirleyebilirim sonbahar karanlıkları tuttu tutacak Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor imtihan çığlıkları yükseliyor ü

Nisêbîna Rengîn: Bir Şehrin Kaderi ve Kederi

Nusaybin Çocukları Bir şehrin kederini ve kaderini anlatmak için yazılmıştır...        Subaruluların M.Ö. 4000 yıllarında bereketli topraklar ve zengin su yataklarını keşfetmesiyle birlikte, tarihte yukarı Mezopotamya’nın en büyük şehri olarak adlandırılan Nusaybin’de yerleşik hayat başlamıştır. İslam dininin etkisine girene kadar sırasıyla Sümer, Akad, Babil, Mitani, Asur; ilk Emevi işgalinden sonra Abbasi, Mervani, Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok krallık ve imparatorluk arasında el değiştiren Nusaybin, şimdi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer almaktadır. Nusaybin, coğrafi konumu ile sosyal ve siyasi yapısı nedeniyle tarih boyunca ve günümüzde çeşitli siyasi olayların sık sık yaşandığı bir şehir olmuştur. 1980 ve 90’lı yıllarda çalkantılı siyasi konjonktürde yükselen şiddet olayları, Nusaybin halkı tarafından derinden hissedilmiştir. O dönemleri bizzat görmüş geçirmiş diğer şehirlerin yaşlıları gibi Nusaybin yaşlıları da, bu acı tecrübeleri gençlerine aktarmışla