Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekmek ve Çiçek; İnsanlık Nasıl Kurtarılır?

            İran sinemasının diğer ülkelerin kültür barındıran her sineması gibi kendine has güzellikleri ve özellikleri vardır. İran sinemasında öne çıkan ve izleyicilerin beğenisini kazanan bu yapılar öncelikle imkan kısıtlığından kaynaklanmaktadır. Zira çeşitli nedenlerden dolayı Holywood’taki yönetmenler gibi milyon dolarlık bütçeleri olmayan İranlı yönetmenler işin prodüksiyon ve fiziki kalite kısmında eksiklikler yaşamaktadırlar. Doğunun Bergman’ı Kubrick’i ve Tarkovsky’si sayılacak pek çok yetenekli ve usta İranlı yönetmen aynen biz öğrenciler gibi herhangi bir ekip, set, ışıklandırma ve prodüksiyon olmadan filmlerini çekmekte, bazen direkt sadece kendileri kamera başında çekimi yapmaktadır. Oyuncuları ise diğer ülkelerdeki yönetmenler gibi başrollere milyonlar yatırıp seçememektedir. Bunun yerine çevreden ve tanıdıklardan amatör oyuncular seçip bu kişilerin oyunculuğun çıkartmakla yükümlüdürler. “Ekmek ve Çiçek” filminin konusu da bir film çekiminin hikayesi olduğu için İran
En son yayınlar

Bir Şiir İncelemesi: Attila İlhan'ın "İstanbul Ağrısı"

kanatları parça parça bu ağustos geceleri yıldızlar kayarken şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen sen eğer yine İstanbulsan yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim pançak pançak şiirler tüküreceğim demek yine ben limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor eğer sen yine İstanbulsan kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp intihar dumanları içindeki Haydarpaşadan Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlıyan sen eğer yine İstanbulsan aldanmıyorsam yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim utanmasam gözlerimi damla damla kadehime damlatarak kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı zehirleyebilirim sonbahar karanlıkları tuttu tutacak Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor imtihan çığlıkları yükseliyor ü

Bireyin Devlete İsyanı: Serenade für Nadia

                                             Tüm devletler masum mudur? Bugünün en büyük sorunlarından birisi olan ırkçılığın nedeni ve çözümü nedir? İnsanlık tarihinin utanç lekeleri olan savaşlar küçük insanların hayatında nelere sebep olmaktadır?        Bu soruların cevabı Zülfü Livaneli’nin çok beğenilen ve okunan romanı Serenad’ta yer alıyor. Türkiye’nin önemli değerlerinden olan yazar, yönetmen, politikacı ve müzisyen Zülfü Livaneli, 2016 yılında basılan eseri Serenad ile yaklaşık bir asır öncesine dayanan acılar, savaşları, ölümleri ve yaşanmışlıkları dokunaklı bir hikaye ile ele alıyor. Bu yorumu okurken bir yandan da Schubert'in Serenad'ını  dinlemek önerimdir.                                                       Her şey, 2001 yılının Şubat ayında İstanbul Üniversitesi’nde görevli olan Maya Duran’ın üniversitenin daveti üzerine İstanbul'a gelen Alman profesör Maximilian Wagner ile tanışması ile başlar. Baya yaşlı ve yaşlı olduğu kadar da bilge olan

Nisêbîna Rengîn: Bir Şehrin Kaderi ve Kederi

Nusaybin Çocukları Bir şehrin kederini ve kaderini anlatmak için yazılmıştır...        Subaruluların M.Ö. 4000 yıllarında bereketli topraklar ve zengin su yataklarını keşfetmesiyle birlikte, tarihte yukarı Mezopotamya’nın en büyük şehri olarak adlandırılan Nusaybin’de yerleşik hayat başlamıştır. İslam dininin etkisine girene kadar sırasıyla Sümer, Akad, Babil, Mitani, Asur; ilk Emevi işgalinden sonra Abbasi, Mervani, Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok krallık ve imparatorluk arasında el değiştiren Nusaybin, şimdi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer almaktadır. Nusaybin, coğrafi konumu ile sosyal ve siyasi yapısı nedeniyle tarih boyunca ve günümüzde çeşitli siyasi olayların sık sık yaşandığı bir şehir olmuştur. 1980 ve 90’lı yıllarda çalkantılı siyasi konjonktürde yükselen şiddet olayları, Nusaybin halkı tarafından derinden hissedilmiştir. O dönemleri bizzat görmüş geçirmiş diğer şehirlerin yaşlıları gibi Nusaybin yaşlıları da, bu acı tecrübeleri gençlerine aktarmışla

Demirel’in Kır Atı ve Ecevit’in Güvercini // Bir Dönemin Analizi: Aynı Denize Bakmak

Bu yazı birbirleriyle hiç konuşmayan ama aynı denize bakan insanların hikayesini anlatmakta ve onlara adanmaktadır. Türkiye siyasi tarihi, başlangıcından beri çok çekişmeli ve her anlamda da şiddetli oldu. En başta genç ülkenin cumhurbaşkanı olan Atatürk, demokrasinin sürekliliği ve siyasetin dinamikliğini canlı kılmak amacıyla çok partili hayata geçiş denemelerinde bulundu. Atatürk’ün bizzat yakın arkadaşlarından rica ederek kurdurttuğu Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları belli kesimlerin cumhuriyete karşı toplanma ve saldırma yeri haline gelince, Şeyh Sait ve Menemen Olayları ile ilişiği ortaya çıkınca fırkalar hemen kapandı. Demokraside olan bu sekme Atatürk’ün çok partili rejime neden bu kadar çok önem verdiğini sonradan gösterdi. Tek başına iktidar olan ve belli bir muhalefet kanalı tarafından denetlenmeyen CHP, yıllar boyunca ülkeyi adil olmayan seçimlerle yöneterek geri kaldı, yozlaşmış ve niteliğini kaybetmeye başlamıştır. O dönemim CHP’sinin uyg