Ana içeriğe atla

Demirel’in Kır Atı ve Ecevit’in Güvercini // Bir Dönemin Analizi: Aynı Denize Bakmak



Bu yazı birbirleriyle hiç konuşmayan ama aynı denize bakan insanların hikayesini anlatmakta ve onlara adanmaktadır.



Türkiye siyasi tarihi, başlangıcından beri çok çekişmeli ve her anlamda da şiddetli oldu. En başta genç ülkenin cumhurbaşkanı olan Atatürk, demokrasinin sürekliliği ve siyasetin dinamikliğini canlı kılmak amacıyla çok partili hayata geçiş denemelerinde bulundu. Atatürk’ün bizzat yakın arkadaşlarından rica ederek kurdurttuğu Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları belli kesimlerin cumhuriyete karşı toplanma ve saldırma yeri haline gelince, Şeyh Sait ve Menemen Olayları ile ilişiği ortaya çıkınca fırkalar hemen kapandı. Demokraside olan bu sekme Atatürk’ün çok partili rejime neden bu kadar çok önem verdiğini sonradan gösterdi. Tek başına iktidar olan ve belli bir muhalefet kanalı tarafından denetlenmeyen CHP, yıllar boyunca ülkeyi adil olmayan seçimlerle yöneterek geri kaldı, yozlaşmış ve niteliğini kaybetmeye başlamıştır. O dönemim CHP’sinin uyguladığı bazı yaptırımlar bugün bile aktif siyasette bir argüman olarak kullanılmaktadır. CHP’nin sürdürdüğü tek parti siyaseti 1946 yılında kurulan Demokrat Parti ile sarsıldı, 1950 yılında ise seçimlerde DP’ye yenilerek yıkıldı. CHP’den bıkan ve yaptırımlarına dayanamayan halk cevabını sandıkta verdi. Böylece CHP yeni düşmanından büyük bir darbe alarak 27 yıllık hükmünü geride bırakarak muhalefet oldu. Adnan Menderes’in başında bulunduğu Demokrat Parti ise, 10 yıllık iktidarından sonra askeri darbe ile indirildi. 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılmasından 1 gün sonra darağacında asıldı. Bu ölümlerle beraber CHP tekrar iktidar olabildi.


İşte bu dönemde yani 60’ların başında CHP’nin asker üstünde kurduğu bir nevi tahakkümden rahatsız olan ordu kesimiyle beraber, Talat Aydemir’in askeri ihtilal denemeleri oldu, lakin hepsi İsmet İnönü önderliğinde bastırıldı. Dünya çapında etkisi artmaya başlayan ve gün geçtikçe her gün daha da artan ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaştan nasibini Türkiye de büyük ölçüde aldı. Sağ-Sol kutuplaşması yavaş yavaş oluşmaya ve şekillenmeye başladı. Dünya çapında yayılan öğrenci hareketleri, Türkiye’de de belli öğrenci liderleri eşliğinde yer buldu. Bunların yanında Türkiye siyasi tarihinde çok büyük etkisi olan iki büyük ve genç siyasetçi yeşermeye başladı. Bir tarafta milletvekili olarak girip partide hızla yükselip CHP Genel Sekreteri olan Mustafa Bülent Ecevit vardı. İş hayatına etkili bir gazeteci olarak başlayan ve çeşitli burslarla pek çok ülkede araştırma ve eğitim alan genç Ecevit, aktif siyaset için uygun ve kaliteli bir adaydı. Babası gibi milletvekili olmaya karar verdi ve başardı. Partide gösterdiği etkinlik ve derin entelektüel bilgisi sayesinde yavaş yavaş basamakları tırmandı. Genel sekreter olarak önemli işlere imza atan Ecevit, bazen kameralar önünde İsmet İnönü’nün çevirmenliğini yapıp bazen de Ortanın Solu gibi önemli siyasi bir akıma önderlik etti. Pek çok yönden gelecek vaat eden bu parlak genç siyasetçi herkesin gözüne girdi. Diğer tarafta ise kapatılan Demokrat Parti’nin devamı olduğunu ilan eden genç Adalet Parti’sinin genç lideri Süleyman Demirel vardı. Isparta’nın 3 mahalleli bir köyünde “Çoban Sülü” olarak adlandırılan ve yatılı liseden öğrenci olarak İTÜ'yü kazanan ve zor şartlarda okuyan Demirel, zamanında DP hükümetiyle DSİ başkanı olarak çok yakınken 27 Mayıs sonrası işinden istifa ederek kendi yolundan devam etti. Yaşadıklarından dolayı siyasete karşı mesafeli duran Demirel, kıvraklığı ve zekâsı sayesinde genç yaşta eski DP’lilerin yeni partisi AP’de genel başkan olarak seçildi. Partinin değil aynı zamanda cumhuriyet tarihinin ilk seçilen genel başkanı olarak siyasete atıldı. 12 yaşında Isparta Tren Garının açılışına gelip İsmet Paşa’ya selam verip elini öpen Çoban Sülü 41 yaşında Adalet Partisi Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel olarak darbelerle ve ihtilallerle yıkılmayan İsmet İnönü hükümetini devirdi.



   Related image


Sonradan iki ezeli siyasi rakip olacak Demirel ve Ecevit, birbirlerini daha yeni tanımaya başladı. Solcu bir bakış ile kendini yenileyen, daha çok sol kesime hitap eden ve 27 Mayıs akşamı sevinen tarafta olan CHP ile, sağ bir bakış açısına sahip ve 27 Mayıs günü devrilenlerin partisi olan AP keskin bir çekişme içindeydi. Tekrardan muhalif parti konumuna düşen CHP, iktidarı almak çeşitli değişikliklere başvurdu ve yeni yöntemler denedi. Lakin bunların hiçbiri başarılı olamıyordu. Mecliste kesin bir zafer kazanan Demirel ise, CHP ile mücadele ederken zorlu dönemlerin zorlu sorunlarına da çare aradı. ABD ile bir afyon sorunu, Kıbrıs problemi, alevlenen ve üniversiteleri basan öğrenciler… Bunların hepsi zorlu ve içinden çıkılamayacak kadar derin memleket sorunlarıydı. ABD’nin yapacağı bir yaptırım çok büyük bir ekonomik krize yol açardı. Bunu daha iyi anlamak için yine başa dönmek lazım. Cumhuriyet ilk kurulduğunda Atatürk kısa sürede çok fazla fabrika açarak ve dinamik bir 5 senelik kalkınma programına uyarak belli bir istihdam ve ekonomik kalkınma sağladı. Lakin daha sonradan bu fabrikalar teker teker kapatıldı. İhracat yerine ithalat yapıldı. Ham madde üretimi azaldı ve ekonomik olarak bağımlı bir hale gelindi. Böyle bir durumda oluşabilecek bir ekonomik sıkıntı, Demirel’in kesin sonu olurdu. Bu yüzden Demirel elini taşın altına koyamadı, Amerika’ya ayrıcalıklar tanımak zorunda kaldı ve Kıbrıs sorunu da böylece kenarda kaldı. Bir yandan da Demirel için askeri problem vardı. AP’nin iktidarda olmasını hiç iyi karşılamayan albaylar Demirel için her zaman ciddi bir tehditti. Ona karşı sert bir şekilde bakan bu yaşlı askerlere şimdilik bir şey yapamıyordu Demirel. Genç ve tecrübesiz haliyle birden kendini kurtlar sofrasında bulan Demirel, iktidarını uzun bir süreliğine koruyamadı.  Askerler, 12 Mart 1971’de askeri muhtıra ile Demirel’e ihtar çekti. Albayların tüfeğinin gölgesi altında kalan Demirel, bir meclis günü üç gencin asılması için iki elini havaya kaldıranlar arasındaydı. Bu sırada arkasındaki milletvekilleri “3’e 3” diye bağırıyorlardı. Onaylanmış bir cinayet, bencil ve geri kalmış bir mantık içinde meclisten geçti. Ailelerin tüm uğraşlarına rağmen 3 gencin hayatı kurtarılamadı. 6 Mayıs 1972 günü sabaha karşı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan darağacında asıldı.


                            Image result for deniz gezmiş

Kısa bir süre sonra Demirel hükümeti istifa etmek zorunda kaldı ama yine kısa bir süre sonra halk yine Demirel’i meydanlarda görecekti. İsmet İnönü ise daima kendi partisi muhalefetken yapılan muhtıralara ses çıkarmadığı için eleştirildi ve muhtıradan bir yıl sonra vefat etti. Bu arada yaşlanan İsmet İnönü, CHP başkanlığını bıraktı ve halefi olarak Ecevit’i gösterdi. CHP Genel Başkanlığı için aday olan ve kazanan Bülent Ecevit büyük bir tepkiyle karşılaştı. Partide ardı ardına istifalar başladı. İstifa edenler, "CHP, Atatürk ve İnönü'nün kurduğu Parti olmaktan çıktı" diyordu. Kimileri ise İnönü’nün yeniden genel başkan olması gerektiğini düşünüyordu ama artık ipler Ecevit’teydi. CHP için dönüm noktası olan bu yıllarda pek çok değişikliğe gidildi, kadro değiştirildi, parti yeniden yapılandırıldı. Ecevit 1973 seçimlerine yeni bir yüz ve yeni bir CHP ile girmek istedi. Ecevit’in meydanlara inmesi Türk Siyasi Tarihi açısından da bir dönüm noktası oldu. Yollara çıkan Ecevit kasketi, mavi gömleği, kendisinin fikri olan seçim otobüsü ve güverciniyle beraber halkın sevgisini kazandı, fırtınalar estirdi, yenilikler getirdi. Onun bu yenilikçi tavrı, halkın hoşuna gitti ve halk onu benimsedi. 14 Ekim 1973 günü %33.3’lük oy oranıyla birinci parti olan CHP, tarihinde ilk kez halkın oyuyla iktidar adayı oldu. Ülke yönetimi ve memleketin sorunları bu sefer Ecevit’in elinin altındaydı. Kısa süreli ve başarısız koalisyonlardan sonra 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Bu başarılı harekât yüzünden ABD çeşitli yaptırımlar uyguladı ve ekonomi zarar gördü. Başarısız koalisyonlardan dolayı ortada güçlü bir hükümet yoktu. Bunun sonucunda sağ-sol kavgaları daha da alevlendi. Şiddet yavaş yavaş artmaya başladı.

            Amerika Donanması 6. Filo üstüne yapılan eylemler

Amerikan Donanması 6. Filo'ya öğrencilerden gelen tepkiler 





En az 34 kişisinin öldüğü 1 Mayıs 1977 tarihli işçi bayramına ait bir gazete yazısı

En az 34 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı'na ait bir gazete haberi

1977 seçimleri için fötr şapkası ve kır atı ile çıkan Demirel, özlenen ve hakkı yenildiği düşünülen bir simaydı. Ecevit’ten etkilenerek çeşitli yenilikler yapan Demirel, bu sefer kendinden daha emin adımlarla bir “Baba” figürü olarak meydanlara çıktı. Ezeli rekabet doruklardaydı. Kasketi başında Ecevit, sol kesimi temsil edip “Karaoğlan” nidaları eşliğinde Demirel’i sağcı terörist gruplarının yetişmesine ve eğitilmesine izin vermekle ve tarafsız olmamakla suçladı. Bu sırada fötr şapkası başında Demirel, sağ kesime hitap edip “Baba” bağrışmaları eşliğinde Ecevit’i solcu terörist öğrenci grupların yetişmesine ve eğitilmesine izin vermekle, onun getirdiği genel af yüzünden kendisinin içeri koyduğu teröristlerin artık özgür olduğu ve hala ülkeye zarar vermesini sağlamakla suçladı. Her gün meydanlarda, şehirlerde, köylerde birbirlerini suçlayan ve bölünmüş bir milleti daha da kutuplaştıran iki parti lideri için nihayet seçim günü geldi. 5 Haziran 1977 seçimlerinden CHP %41’lik oy oranı, AP ise %36’lık bir oy oranıyla çıktı. İktidar sadece koalisyonla kurulabilirdi. Birinci parti genel başkanı olarak hükümeti kurmakla görevli olan Ecevit için işler her zamankinden daha da zordu. Demirel "Kurulmasına, onaylanmasına ve icraatına karşı mücadele edeceklerini" belirtmiş ve iş birliğine yaklaşmamıştı. Bir türlü orta yolu bulamayan ve anlaşamayan parti liderleri yüzünden 1 yılda 3 farklı Ecevit Hükümeti kuruldu. Sonuncusu bin bir zorlukla kurulabildi. Toparlanamayan ve kurulamayan hükümet, birbirini sürekli suçlayan siyasetçiler, merkezi otoritenin eksikliği, mecliste oluşan kargaşa gibi pek çok sebepten dolayı Türkiye çok kanlı ve acılı dönemler geçirdi. Ekonomik kriz her zaman olduğu gibi kapıdaydı, sağ-sol kavgaları en şiddetli halindeydi. Her gün kahvehaneler tarandı, meydanlarda insanlar vuruldu, toplu yerlere bombalar atıldı, hapishaneler dolmaya başladı, pek çok yazar, gazeteci, siyasetçi ve lidere suikastlar yapıldı, duvarlarda bile bu kavga vardı. Ecevit’in güvercini ile Demirel’in kır atı birbirine girdi. Sağcılar da solcular da Türkiye’nin geleceği ve aydınlık mavi günler için kavga ediyordu. Her iki taraf da ülkesi için çabalıyor ama birbirlerine karşı savaşıyorlardı.


Image result for süleyman demirel şapka       Related image


Hem sokağın hem de meclisin bu kadar karışık olduğu bu dönemde askerler rahatsız olmaya başladı. Ordu bu sefer temkinli davranmak istedi. Genelkurmay Başkanlığı’ndan hükümete ülkenin haline yakınan ve “bir gece ansızın” gelebileceklerini belirten bir uyarı mektubu geldi. Ne Ecevit ne de Demirel bu mektubu kendilerine yazılmadığı gerekçesiyle muhatap almadılar. Mektuptan sonra da devam eden olaylar neticesinde hükümetin bir şey yapmadığını gören Kenan Evren askeri bir darbe yaptı. Demokrasinin feshedilmesi ve askerin kontrolü ele geçirmesiyle beraber ülke, her zamankinden daha karanlık bir atmosfere girdi. Darbeci General Kenan Evren tarafsızlığını belli etmek için bir sağcıyı ve bir solcuyu idam sehpasına yolladı. Sonradan “elim bile titremedi.” diyen Kenan Evren askeri baskısını arttırdı. Sağcılar da solcular da amansız bir şekilde birbirleriyle savaşırken direk hapishanelere atıldı ve işkencelere maruz kaldı. Bugün bile hala insanlık utancı sayılabilecek olayların yeri oldu Türkiye. Yüz binlerce kişi yargılandı, on binlerce kişi örgüt üyesi olmaktan suçlu bulundu ve hapse atıldı. Binlerce öğretmen, öğretim üyesi ve gazeteci de tutuklandı. Yüzlerce insan cezaevlerinde işkence görerek öldü. 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişi infaz edildi. Bunların arasında idam edilmek için yaşı büyütülen 17 yaşındaki Erdal Eren de vardı. Bu baskı ve korku ortamı yıllarca sürdü ve sayısız insanın hayatını mahvetti. Ecevit ve Demirel çifti ise bir sabaha uyandıklarında artık ellerinde olan her şeyi kaybetmiş bir şekilde uyandılar. Ordu tarafından yönetime el koyuldu, hükümet feshedildi, parlamento üyelikleri sona erdi. Kenan Evren kararıyla tüm parti liderleri evlerinden alınıp sürgüne yollandı. Kaderin cilvesine bakın ki Ecevit ve Demirel 12 Eylül sabahı onları sürgüne yollayacak helikopteri beklerken karşı karşıya geldiler. Meydanlarda ve kameraların önünde birbirini suçlayan iki eski lider şimdi yan yana durunca sadece sustular. Rahşan ve Bülent Ecevit önde, Nazmiye ve Süleyman Demirel arkada helikopterle Gelibolu’da bir askeri tesise giderken Demirel aşağıda bir zamanlar yaptığı fabrikayı gördü. Eşine fabrikaları göstererek “Şunları biz yapmıştık.” dedi. Nazmiye Demirel ise ona dönerek “Yaptınız da ne oldu, nereye gidiyorsun?” diye cevapladı. İki lider birbirlerinden o kadar uzaklaşmıştı ki artık birbirlerine en yakın olanlar onlardı ama sadece onlardı.

Image result for süleyman demirel ve bülent ecevit darbe
Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Kenan Evren 12 Eylül Darbesinden 13 gün önce 30 Ağustos Zafer Bayramında



12 Eylül 1980 Sabahı Eşleriyle Sürgüne Giden Ecevit ve Demirel
12 Eylül sabahı sürgüne giden Ecevit ve Demirel çiftleri


Takvimler yıllar sonrasını, 5 Kasım 2006’yı gösterince her şey değişti. Artık tamamen yeni bir iktidar, başka bir CHP vardı. Daha da önemlisi beyin kanaması geçiren ve bir süre GATA’da yatan Bülent Ecevit hayata veda etmişti. Hayatının son yıllarına kadar siyasette duran ve çalışan Ecevit için Demirel “Ülkemizin değerli devlet ve siyaset adamlarından, eski Başbakanlardan Sayın Bülent Ecevit'in vefatını teessürle öğrendim. Muhterem eşleri Rahşan Ecevit'e, kendisini sevenlere ve milletimize başsağlığı diliyorum. Uzun süren devlet ve siyaset hayatında yapmış bulunduğu hizmetler hatırlanacaktır. Merhuma Allah'tan rahmet diliyor, milletimize taziyelerimi sunuyorum. Saygılarımla.” diyerek başsağlığı mesajını Rahşan Ecevit’e iletti. Tam 5 yıl sonra yani 5 Kasım 2011’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "CHP 3. Genel Başkanı Bülent Ecevit'i Anma Toplantısı"na Demirel’i de davet etti. Demirel o toplantıda eski rakibi ve dostu olan Ecevit hakkında kayda değer anılarını iletti. Eski siyasi günlerden, dünyanın ve ülkenin çalkantılı dönemlerinden bahsederken devirlerin siyasetçileri, siyasetçilerin de devirleri etkilediğini söyleyen Demirel, Ecevit hakkında şunları belirtti: “Siz zannediyor musunuz ki biz birbirimizden bir şey öğrenmedik. Birbirimize en kızgın olduğumuz zamanlarda bile çok şey öğrenmişizdir.” Darbeden sonra beraber kaldıkları sürgün tesisinde beraber bir şeyi paylaştıkları ya da birbirleriyle konuştukları oldu mu diye sorulunca Demirel sadece şu cevabı verdi: “Birbirimizle hiç konuşmuyorduk ama hep aynı denize bakıyorduk.” Bu cümle göründüğünden daha derin ve önemli bir cümle. Bu cümle 20. Yüzyıl Türkiye’sinin ikinci yarısının siyasi özetidir. Dünyada Amerika ve Sovyet Rusya arasında gerçekleşen soğuk savaş nedeniyle küresel bir karşıtlık yaşandı, aynı durum farklı etkenlerle beraber Türkiye’de de oluştu. 1950’lerin başından milenyuma kadar kesin bir sağ-sol çizgisi vardı. Her geçen gün siyasetçilerin birbirlerini suçlayarak meydanlarda kontrolsüz siyaset yaparak ilerleyen bu kutuplaşma küçük kavgalardan toplu saldırılara, toplu saldırılardan silahlı ve bombalı eylemlere kadar ilerledi. Birbirleriyle ölümüne savaşan ve her geçen saniye daha da kutuplaşan iki tarafın da amacı aynıydı; Türkiye’nin geleceği ve aydınlık mavi günler… Aynı vizyonda çalışan ama birbirleriyle çatışan aynı milletten iki grup… Her iki grup da birbirleriyle sağlıklı bir şekilde konuşamayıp orta bir yol bulamadıkları için silahlar konuşmuştu. Sağ da sol da aynı denize bakıyordu; Türkiye’ye ve geleceğe ama ne yazık ki birbirleriyle konuşmuyorlardı. Aynı denize bakan ama birbirleriyle konuşmayan insanların ülkesinde kimse denizin maviliğini, suyun berraklığını ve havanın ferahlığını paylaşmadığı için kimse manzaranın tadını da çıkaramaz ve güneş çabuk batar.



Related image



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Şiir İncelemesi: Attila İlhan'ın "İstanbul Ağrısı"

kanatları parça parça bu ağustos geceleri yıldızlar kayarken şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen sen eğer yine İstanbulsan yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim pançak pançak şiirler tüküreceğim demek yine ben limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor eğer sen yine İstanbulsan kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp intihar dumanları içindeki Haydarpaşadan Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlıyan sen eğer yine İstanbulsan aldanmıyorsam yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim utanmasam gözlerimi damla damla kadehime damlatarak kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı zehirleyebilirim sonbahar karanlıkları tuttu tutacak Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor imtihan çığlıkları yükseliyor ü

Ekmek ve Çiçek; İnsanlık Nasıl Kurtarılır?

            İran sinemasının diğer ülkelerin kültür barındıran her sineması gibi kendine has güzellikleri ve özellikleri vardır. İran sinemasında öne çıkan ve izleyicilerin beğenisini kazanan bu yapılar öncelikle imkan kısıtlığından kaynaklanmaktadır. Zira çeşitli nedenlerden dolayı Holywood’taki yönetmenler gibi milyon dolarlık bütçeleri olmayan İranlı yönetmenler işin prodüksiyon ve fiziki kalite kısmında eksiklikler yaşamaktadırlar. Doğunun Bergman’ı Kubrick’i ve Tarkovsky’si sayılacak pek çok yetenekli ve usta İranlı yönetmen aynen biz öğrenciler gibi herhangi bir ekip, set, ışıklandırma ve prodüksiyon olmadan filmlerini çekmekte, bazen direkt sadece kendileri kamera başında çekimi yapmaktadır. Oyuncuları ise diğer ülkelerdeki yönetmenler gibi başrollere milyonlar yatırıp seçememektedir. Bunun yerine çevreden ve tanıdıklardan amatör oyuncular seçip bu kişilerin oyunculuğun çıkartmakla yükümlüdürler. “Ekmek ve Çiçek” filminin konusu da bir film çekiminin hikayesi olduğu için İran

Nisêbîna Rengîn: Bir Şehrin Kaderi ve Kederi

Nusaybin Çocukları Bir şehrin kederini ve kaderini anlatmak için yazılmıştır...        Subaruluların M.Ö. 4000 yıllarında bereketli topraklar ve zengin su yataklarını keşfetmesiyle birlikte, tarihte yukarı Mezopotamya’nın en büyük şehri olarak adlandırılan Nusaybin’de yerleşik hayat başlamıştır. İslam dininin etkisine girene kadar sırasıyla Sümer, Akad, Babil, Mitani, Asur; ilk Emevi işgalinden sonra Abbasi, Mervani, Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok krallık ve imparatorluk arasında el değiştiren Nusaybin, şimdi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer almaktadır. Nusaybin, coğrafi konumu ile sosyal ve siyasi yapısı nedeniyle tarih boyunca ve günümüzde çeşitli siyasi olayların sık sık yaşandığı bir şehir olmuştur. 1980 ve 90’lı yıllarda çalkantılı siyasi konjonktürde yükselen şiddet olayları, Nusaybin halkı tarafından derinden hissedilmiştir. O dönemleri bizzat görmüş geçirmiş diğer şehirlerin yaşlıları gibi Nusaybin yaşlıları da, bu acı tecrübeleri gençlerine aktarmışla